Pazar, Ekim 25, 2009

taraf - ntv polemiği.

gazetecilik titizliğinde düşülen hataları geçiyorum, muhsin yazıcıoglunun ölümü gibi çok radikal kesimlerde radikal reflekslere yol açmış bir olayı böylesi bir konuya malzeme edenler yaptıklarındaki provakatif unsuru reddedemezler. ntv gibi sırtını kapitale dayasa da 'mainstream' üst yapıda guc sartlarda 'objektif' olmaya çalışan ve Taraf ile aynı cepheyi paylaşmaları gereken bir kurumu böyle zan altında bırakma kastında olmaları gerçekten düşündürücü.

Cuma, Ağustos 28, 2009

Malezya

Malezya ile Türkiye çoğu zaman siyasal İslam açısından karşılaştırılır. Malezya örneğinin takdir edilecek bir yönü yok. ancak düşünüyordum da, yüzde 54'ü Müslüman olan bir toplumda İslami radikalizm pekala yüzde 95 i Müslüman olan bir toplumdan daha yoğun olabilir. Çünkü Yüzde 54 kritik bir rakamdır. Hem çoğunluktur hem de azınlıktır. Hem azınlık olmanın tepkiselliğini hem de çoğunluk olmanın şovenizmini barındırabilir. Ve eğer bir ülkenin yüzde 54'ünün onları diğerlerinden farklı kılan ortak bir paydası varsa bu her zaman kullanılacaktır. Yüzde 95'i tek paydada buluşturmak ise oldukça zor ama aslında tehlikeli de bir iştir. .

Perşembe, Mayıs 21, 2009

keriz semeni

.......
deniz feneri - akp
.......
TC Anayasası m. 69/10 Yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzelkişilerden maddî yardım alan siyasî partiler temelli olarak kapatılır.
.......

Çarşamba, Mayıs 06, 2009

yazın ilmi üzerine bir çift kelam

sözünüzle taş kaldırmaya çalışmak yerine ruh okşamak çoğu zaman daha kolay. bunun bir nedeni insanların açlığı, bir nedeni ise körlüğü. ilginçtir, bu güne kadar yazılmış olanların ağırlığı karşısında ağzını açmaya cüret edip kendini hala Yazar addedenin nedenleri de tıpatıp bunlar. birbirini çekiyor bir türlü. dil dönmeden, cemaat seyreylemeden olmaz.

enjoy whatever you are

çelişki ihtiyaçlarımızı red eylemeye başladığımızda başlıyor aslında. onları öyle kanıksamış oluyoruz ki o an, tersten anlatmak gerekirse amacımıza yaklaştığımızı zanneder hale geliyoruz.

hoş; ihtiyacını kovalayan biri ile ihtiyaçlarını bastıran biri arasındaki fark da yitebiliyor bir süre sonra. hem ne önemi var seçenekler bizi kör ettikten sonra.

however, self-made ambitions make you smarter;
aber manchmal vergisst man doch die wahrheit von genug zu haben.

Perşembe, Şubat 19, 2009

Zeitgeist

Zeitgeist benim için yeni bir şey getirmedi. Bana sorarsanız zaten hangi çağda yaşarsanız yaşayın, aklı selim bir kişinin kendi kendisine, elinde varolan yaşamsal tecrübesiyle yanıtlayabileceği soruları yanıtlıyor.

Cumartesi, Ocak 24, 2009

Kırmızıda Geç (or vice versa)

Trafik ışığı denen bu aparat nasıl olmuştur da kendini medeni diye tanımlayan her uygarlıkta günlük hayatın değişmez bir parçası olmuştur? Çünkü biz onu oraya yerleştirirken sanatsal veya estetik değil, işlevsel bir ihtiyacı karşılaşın diye yerleştiririz. Bu bağlamda günlük hayatın ideolojik aurasını farkettirmeden yaratan her saf fonksiyonel obje gibi trafik ışığı da anlamını kendi içerisinde değil karşıladığı ihtiyaç dahilinde bulur.



Trafik ışığı, düzenin verdiği güvendir. Zira o, yayaların ve araçların kaosunda çoğu zaman ciddiye alınan tek işarettir. Çünkü modern dünyada insan biraz düşük zekalıdır (ya da öyle kabul edilir,örneğin: siz uyarmazsanız sattığınız mikrodalga fırının alıcısı kedisini orada kurutmayı deneyebilir. Zira homo economicus o kadar naif ve haylazdır.) ve trafik de çoğu zaman hayat gibi geleceği görebilme işidir. Kendinizi bir sonraki karede bir kamyonun altında kalmış ya da bir yayaya çarpıp anında olay mahallinden sıvışırken bulabilirsiniz. Bunu istemezsiniz. Modern birey bunun içinden çıkamaz, sorumluluğunu hiç mi hiç alamaz.O halde koyalım bir lamba ve heyhat, herkes geçmek için sırasını bilsin bundan böyle. Yeşilde geçip birini mi ezdin, artık suçsuzsun. Trafik ışığı sayesinde tek bir canlının gözlerinin içine bakmadan fiziksel varlığınızı kilometrelerce taşıyabilir, kendinizi bambaşka realitelerde bulabilirsiniz. Bağdat Caddesi, Tarlabaşı, Ortaköy, Sultanbeyli... Tek yapmanız gereken yeşilde geçmek. Bırakın aksın.Trafik ışığı size eğer doğruyu yaparsanız herşeyin yolunda olacağını garanti eder.Çoktan seçmeli testler gibi. Aksini yapmak sizin kaybınızdır.

Düzen, sürekliliği kadar işlevseldir. Sürekliliği kadar güvenilirdir. Düşünsenize her gün insanların birbirlerine ne kadar çok vaatte bulunduğunu. Her an trafikte ölme ihtimaliniz olsaydı kuracağınız hiç bir sözleşme,hayata ve insanlara dair vereceğiniz hiç bir teminat karşınızdaki ve sizin için bağlayıcı olur muydu ? Günümüz insanı, paranoyalarını ve endişelerini hayvan olan atalarından farklı bir yere kanalize eder. Atalarımız için hayat ,günlük yaşanan,çoğu zaman avlanmak ve soyunu devam ettirmek arasında geçen, bu arada da hiç bir toplumsal güvenliğin olmadığı bir ortamda, her an her şeyin olabileceği bir yerde varoluşunu bir gün fazlası için sürdürmeye diretmekti. Günümüzde 1000 dogumdan 999 u başarılı geçiyor. Cinayet tarih boyunca olduğundan daha az. İnsanlar öldüklerinde bu ya ecelleri dediğimiz yaşlanmaya bağlı sebeplerle ya da "kaza" diye adlandırdığımız sapmalar nedeniyle oluyor. Çünkü ancak trafik ışığının olduğu yerde "kaza" olabilir ve eğer trafik ışığını dinlemezseniz kendinizden başka kimse olacaklar için sorumlu değildir. Hayatta sorumluluk almadan yaşamaya alıştırılmış bizler için ise pek de ödün vermek sayılmaz bu, zira bütün bu ufak görevcikler yerine getirildiklerinde siz ekselanslarının hayat içerisindeki yeri hazırdır. Ölüm endişesi günlük hayattan böylece sökülüp atılmıştır.


Böylesi bir düzende kim varoluşunun farkına varabilir ki biri kırmızıda durmayıp üzerimize fırlamadıkça ?


Cuma, Ocak 02, 2009

Anlam kayması

Hayatta şunu gördüm: epey yetersiz yaratıklarız, özellikle ifade konusunda. Ama elimizde olan bir şey değil. İçine doğmuş olduğumuz düzen, kavramları, kutsalları, yasakları, sevapları ve bunların içerisindeki tüm tutarsızlıkları ile zaten bizden bağımsız olarak vardı ve de varolacaktı. E biz ne yapabiliriz bunun içine düşmüşken ? Sınırlı düşünsellikleriyle bakterilerin hiç de böyle sorunları yok. Varlar ya da yoklar, kimyevi eğilimlerini tatmin edebiliyorlar ya da edemiyorlar.

2 tip kapasitesizlik söz konusu: kelimelerinki, ve bizimki. Kelimeler zaten faullüdür. Bir de ortaçağda iki yabancı kral arasında ulaklık yaptığınızı düşünün. Kastettiğimiz, ya da bir başkasının kastettiği bir şeyi bir başkasına aktarırken konumuzu, ortasına yerleştiği bütün bağlamsallığıyla aktaramadığımız sürece hep bir kayıp olacaktır, ki bunda kimi muhatabımızdan da kaynaklanan yetersizlikler, onu geç, bizden kaynaklanan yetersizlikler olacaktır. Bu noktada da işte bizim kapasitesizliğimiz, biolojikliğimiz başlıyor.

E ne yapmalı o zaman. Susup oturmalı mı ? Hayır. İşaretler gibi görmeli bazı şeyleri. Duyduğumuz, gördüğümüz şeylerin ne anlama geldiğini içlerinde kaybolmadan, onları dipsiz birer kuyu haline getirmeden, ne amaca hizmet ettiklerini görmeye çalışarak, bizi neye yönlendirmeye çalıştıklarını anlamaya çalışarak değerlendirmek herşeyi daha kolaylaştırıyor bence. Bir bebeğin ağlaması gibi. Ekonomik gerçekler gibi.